CENUP YILDIZI

Jules Verne




XXI


Cyprien, müteakip günler zarfında, yeni tecrübesinin muhtelif safhalarını takip ederek hummalı bir faaliyet gösteriyor; fırının içinde yapmış olduğu bazı değişiklik dolayısiyle, bu elmas imali işinin birinci ameliyeden daha kısa süreceğini ümit ediyordu.

Şunu da söyliyelim ki, Mis Watkins, kendisinin telkin etmiş olduğu bu ikinci tecrübe ile yakinen alâkadar oluyor; fırını görmeğe giden genç mühendise ekseriya refakat ediyor ve fırının içinde uğuldayan kuvvetli ateşi seyretmekle eğlenceli vakitler geçiriyordu.

John Watkins te bu imal işiyle alâkadar olmakta kızından aşağı kalmıyor; fakat onun bu alâkası büsbütün başka sebeplere dayanıyordu.

Çiftçi ile Mis Watkins, elmas imalinin tekâmül etmesi hususunda mühendisi her ne kadar teşci ediyorlarsa da, Griqualand madencileri, hiç te aynı tarzda hareket etmiyorlardı. Annibal Pantalacci, James Hilton, Friedel artık hayatta değillerdi; fakat arkada bırakmış oldukları arkadaşları, tamamen onlar gibi düşünüyorlardı. Hattâ Yahudi Nathan, bir takım gizli manevralarla, bütün maden sahiplerini genç mühendise karşı ayaklandırmaktan bir an geri kalmıyordu. Bu sun’î elmas imali meselesi pratik bir hale girdiği takdirde, tabiî elmaslarla diğer kıymetli taşların ticaretine büyük bir darbe indirilmiş olacağı düşünülüyor; bu itibarla, Kap’taki elmas madenleri işletmelerinin ve diğer istihsal bölgelerinin tamamen mahvolacağına mutlak nazarile bakılıyordu.

Genç mühendisin ilk tecrübesinden sonra, bu mesele bir hayli dedikoduyu mucip olmuş, fakat bu sefer, tam mânasiyle bir hiddet, bir galeyan husule getirmişti. Madenciler, endişe içinde bulunuyorlar ve Cyprien’in çalışmalarını hiç te iyi karşılamıyorlardı. Fakat, Cyprien, ne söylenirse söylensin, ne yapılırsa yapılsın, tecrübesini sonuna kadar devam ettirmeğe karar vermiş bulunuyordu. O, umumî efkâr karşısında kat’iyen gerilemiyecek ve umumun istifadesine arzedeceği için, yapmış olduğu keşif dolayısiyle, hiç bir şeyi gizli tutmayacaktı.

Mühendis, tereddütsüz, korkusuz olarak işine devam ediyor; fakat, memleket dahilinde olup biten şeylerden daima günü gününe haber alan Mis Watkins, genç adam için titremeğe başlamış bulunuyordu. Onu böyle bir yola sürüklediğinden dolayı kendi kendine kızıyordu. Genç mühendisi korumak için Griqualand polisine güvenmek, pek zayıf bir himayeye itimat etmek olurdu. Cyprien, polisin müdahalesine vakit kalmadan yiyeceği sür’atli bir darbe ile fena bir vaziyete düşebilir ve Cenubî Afrika madencilerini tehdit eden mesaisindeki yolsuz hareketini hayatiyle ödiyebilirdi.

Alice’in endişesi gitgide artıyor ve bu endişesini genç mühendise anlatıyordu. Cyprien, genç kıza alâkasından dolayı teşekkür ediyor ve onu mümkün mertebe teskine çalışıyordu.

— Yaptığım şey, her ikimiz içindir, Mis Alice! diye tekrarlıyordu.

Bu sözler Mis Watkins’in korkularını yatıştıramıyor; genç kız, madenlerde söylenilen sözleri işitmekle, artık daimî bir azap içinde yaşıyordu.

Üzüntüleri hiç te sebepsiz değildi! Cyprien’e karşı hafif tertip bir ayaklanma başlar gibi oluyor ve bu ayaklanmanın çok fecî neticeler doğurması ihtimali her an akla gelebiliyordu.

Nitekim, bir akşam, fırını görmeğe giden Cyprien, bir enkaz yığını karşısında kaldı. Bardik, fırından biraz ayrıldığı sırada, karanlıktan istifade eden bir sürü adam, günlerce çalışılarak vücuda getirilmiş olan eseri birkaç dakika içinde tahrip etmişlerdi. Ocak yıkılmış, ateşler söndürülmüş, alât ve edevat ise kırılmış ve darmadağın edilmişti. Genç mühendise o kadar zahmet ve meşakkate mal olmuş olan materyelden hemen hemen hiç bir şey kalmamıştı. Eğer Cyprien, kuvvet karşısında irkilmiyen bir adam ise, her şeye yeniden başlaması lâzım gelecek, aksi takdirde bu işten vaz geçmesi zarureti hâsıl olacaktı.

Genç adam, kendi kendine:

«Hayır! diye bağırdı. Hayır! Bırakmıyacağım, vaz geçmiyeceğim. Malıma el uzatan ve beni zarara sokan sefilleri yarın şikâyet edeceğim! Bakalım, Griqualand’da adalet olup olmadığını o zaman göreceğiz!»

Memlekette adalet mevcuttu; fakat bu adalet genç mühendisin düşündüğü adalet değildi.

Cyprien, meseleyi kimseye açmadan ve hattâ yeni bir korku vesilesi olur endişesiyle, Mis Watkins’e de bildirmeden evine girdi ve ertesi gün şikâyette bulunmağa, hattâ icap ederse, Kap valisine kadar müracaata karar vermiş olarak yatıp uyudu.

Henüz, iki, üç saat kadar uyuyabilmişti ki, kapı, gürültü ile açıldı ve genç adam sıçrayarak uyandı.
büyük boyut için tıklayın

Gözlerinde kara maske, ellerinde de tüfek ve rovelver bulunan beş adam odaya girmişler ve fener tutarak, sessizce yatağın etrafına dizilmişlerdi.

Cyprien, aşağı yukarı korkunç olan bu hareket tarzını ciddiye almağı aklından geçirmiyerek, lâtife yapıldığını zannetti ve gülmeğe başladı.

Fakat, kaba bir el omuzu üzerine kondu; maskeli adamlardan biri, elinde tuttuğu bir kâğıdı açarak, hiç şaka götürmiyen bir sesle okumağa başladı:

«Cyprien Méré,

«Yirmi iki azadan teşekkül edip umumî selâmet namına hareket eden Vandergaart kampı gizli mahkemesi, bugün müttefikan vermiş olduğu karara göre, sizi gece yarısından sonra, yirmi beşinci dakikada infaz edilmek üzere, ölüm cezasına mahkûm etmiştir.

«Siz, münasebetsiz bir keşif ile, gerek Griqualand’da, gerekse başka memleketlerde elmasın araştırılması, tıraş edilmesi ve satışı üzerinde çalışan bütün insanların hayatlarını, aile yuvalarını yıkacak ve menfaatlerine halel getirecek bir harekette bulunmuş oldunuz.

«Mahkeme, böyle bir keşfi yok etmek ve binlerce insanın hayatına kıymaktansa, yalnız bir insanın ölümünü tercih etmek kararını vermiştir.

«Verilen bu karara göre, ölüme hazırlık için on dakikalık bir zamanınız olacaktır. Ölüm şekli intihabınıza bırakılmıştır. Yakınlarınıza göndereceğiniz her hangi bir mektup müstesna olmak üzere, bütün evrakınız yakılacak ve ikamet ettiğiniz bina yerle bir edilecektir.»

Cyprien, bu suretle ölüme mahkûm edildiğini anlayınca, ilk itimadında kuvvetli şekilde sarsılmağa başladı; bu meş’um komedinin memleketteki vahşi âdetlerden biri olup olmadığını kendi kendine sordu.

Omuzundan tutan adam. onun bu husustaki şüphelerini ortadan kaldırdı. Gayet kaba bir tarzda olmak üzere:

— Hemen kalkınız! dedi. Kaybedecek vaktimiz yok!

Elbisesini giymek üzere karyolasından atlıyan Cyprien:

— Bu bir cinayettir! dedi.

Heyecandan daha ziyade kuvvetli bir isyan hissiyle, bütün düşünce kudretini toplamağa çalışıyor ve riyazî bir meseleyi tetkik eder gibi, vaziyeti soğukkanlılıkla muhakeme ediyordu. Bu adamlar kimlerdi? Onları keşfedemiyor, hattâ seslerini de tanımıyordu. Eğer aralarında şahsen tanıdığı kimseler varsa bile, bunların sükûtu muhafaza edeceklerinde hiç şüphe yoktu.

Maskeli adam:

— Muhtelif ölüm tarzlarından birini seçtiniz mi? diye sordu.

Cyprien, metin bir sesle cevap verdi:

— Seçilecek bir şey yoktur; sizleri suçlu mevkiine sokacak olan böyle menfur bir cinayete karşı protestoda bulunmaktan başka bir şey söyliyemem.

— Protesto edebilirsiniz; fakat asılmaktan kurtulamazsınız! Aileniz veya dostlarınız için yazacak bir şeyiniz var mı?

— Katillere hiç bir şey tevdi edemem!

Şef emir verdi:

— O halde, haydi bakalım, yürüyelim!

İki adam, genç mühendisin yanlarına geçtiler ve alay, kapıya doğru yürümeğe hazırlandı.

Fakat, tam bu esnada, hiç beklenilmedik bir hâdise husule geldi. Vandergaart-Kopje’nin bu adalet mümessilleri arasına bir adam karıştı.

Bu adam Matakit’ti. Geceleri ekseriya kampın civarında dolaşan genç zenci, bu maskeli adamları bir sevki tabiî ile takip etmiş ve onların genç mühendisin evine doğru gittiklerini ve kapıyı zorlayıp içeri girdiklerini görmüştü. Söylenen şeyleri kapıdan dinlemiş ve efendisini tehdit eden tehlikeyi anlamıştı. Kendisi için ne olursa olsun, tereddüt göstermeksizin derhal içeri girmiş, madencileri bir tarafa itmiş ve Cyprien’in ayaklarına kapanmıştı.

Genç zenci, efendisine sarılarak ve kendisini ayırmağa kalkışan adamların kuvvetini boşa çıkaran bir gayret sarfederek:

— Bu adamlar, sizi neden öldürmek istiyorlar küçük baba? diye bağırdı.

Kendisinden ayrılmak istemiyen Matakit’in ellerini heyecanla sıkan Cyprien:

— Çünkü sun’î bir elmas yaptım! diye cevap verdi.

Genç zenci ağlamağa başlıyarak:

— Ah, ben çok fena yaptım, küçük baba, yaptığım şeyden dolayı utanıyorum, dedi.

Cyprien, yüksek sesle:

— Ne demek istiyorsun? diye bağırdı.

Matakit:

— Evet!... dedi. Her şeyi itiraf edeceğim; çünkü sizi öldürecekler!... Halbuki asıl beni öldürmek lâzım... Çünkü fırına o iri elması koyan ben idim!...

Çete reisi:

— Uzaklaştırın şu herifi! dedi.

Matakit çabalanarak:

— Size tekrar edeyim ki, elması aparey içine koyan benim! dedi. Evet!... Ben, küçük babayı aldattım!... Tecrübesinin muvaffak olduğuna kendisini inandırmak istedim!...

Zenci, bu sözleri öyle vahşi bir enerji ile söylüyordu ki, nihayet kendisini dinlemek mecburiyeti hâsıl oldu.

Hem hayret eden, hem de işittiği şeylerden çok canı sıkılan Cyprien:

— Doğru mu söylüyorsun? diye sordu.

— Evet!... Doğru söylüyorum!

Genç zenci, şimdi, yere oturmuş bulunuyor; söylediği şeylerin, hâdiseleri garip surette değiştirmesi dolayısiyle, herkes onu dinliyordu.

Matakit anlatmağa başladı:

— Büyük çöküntü günü, toprak altında kaldığım vakit, o büyük elması buldum!... Onu elimde tutuyor ve bu caniyane düşüncemden dolayı beni cezalandırmak için duvarın üzerime yıkılması sırasında, o elması saklama çaresini düşünüyordum!... Hayata tekrar döndüğüm vakit, bu taşı küçük babanın beni içine yatırmış olduğu yatakta tekrar buldum!... Efendime iade etmek istedim; fakat utanarak itiraf edeyim ki, ben bir hırsız idim ve müsait bir fırsatın çıkmasını istiyordum!... Bir müddet sonra, küçük baba elmas yapmağı denemek istedi ve ateş yakma işini bana verdi!... Fakat ikinci gün, lâboratuvarda bulunduğum sırada, aparey müthiş bir gürültü ile patladı!... Küçük babanın üzüleceğini düşündüm... Çünkü tecrübesi boşa gitmişti!... Çatlamış olan tüpün içine iri elması bir avuç toprakla beraber yerleştirdim ve küçük babanın bir şey görmemesi için fırının üstünü hemen tamir ettim!... Küçük baba, elması bulduğu vakit, çok sevindi!

Matakit’in son kelimelerini işiten beş maskeli adam, kuvvetli bir kahkaha atmaktan kendilerini alamadılar.

Cyprien, hiç gülmüyor ve çok canı sıkılmış bir halde dudaklarını ısırıyordu.

Genç zencinin sözlerini nazarı dikkate almamak imkânsızdı! Hikâyesi elbetteki doğru idi! Cyprien, bu işi muhakeme etmek için hafızasını yokluyor ve hâdisenin aksini düşünmek istiyerek, kendi kendine:

«Tabiî bir elmas, o kadar yüksek bir hararete nasıl dayanır?...» diyordu.

Halbuki, bir kil ile muhafaza edilen bir elmas, yüksek hararetten pek âlâ kurtulabilirdi.

Bütün bu düşünceler, genç mühendisin dimağına yıkılıyor ve harikulade bir sür’atle inkişaf ediyordu. Cyprien, şaşkın bir halde idi!

Vaziyet biraz tavazzuh ettikten sonra, adamlardan biri:

— Duvarın çöktüğü gün, zencinin avucunda bir toprak parçası görmüş olduğumu hatırlıyorum, dedi. Hattâ, parmaklarını o kadar kuvvetli şekilde sıkıyordu ki, nihayet bu toprağı avucu içinden almaktan vaz geçilmişti!

Başka biri cevap verdi:

— Artık şüpheye yer kalmıyor! Esasen, elmas imal etmek mümkün müdür ki? İşin gerçek tarafına bakılacak olursa, böyle bir şeye inanmış olmakta bir hayli budalalık etmişiz!... Ahmaklığın da bir derecesi vardır!... Böyle bir şeye inanmak, bir yıldız imal etme yolunu aramak kadar sersemce bir iştir!

Herkes gülmeğe başlamıştı.

Cyprien, onların kabaca hareketlerinden daha ziyade neş’elerinden dolayı ıstırap çekiyordu.

Beş adam, kısık sesle aralarında müzakerede bulunduktan sonra, reisleri olan adam:

— Cyprien Méré, dedi, hakkınızda verilmiş olan idam hükmünün kaldırılması düşüncesindeyiz! Serbestsiniz! Fakat bu hükmün her an yerine getirilebileceğini hatırlamalısınız! Vaziyeti polise haber vermek için bir kelime söylediğiniz, bir işarette bulunduğunuz takdirde, merhametsizce cezaya çarptırılırsınız!... Haydi bakalım, şimdilik hoşça kalın!...

Adam, bu sözleri söyledikten sonra, arkadaşlarını peşine takarak kapıya doğru yollandı.

Oda karanlık içinde kalmıştı. Cyprien, bir kâbus görüp görmediğini kendi kendine soruyor; fakat yere uzanmış olup başını elleri arasına almış olan Matakit’in hüngür hüngür ağlaması, bütün bu geçen şeylerin gerçek olmadığını ona zannettirmeğe imkân vermiyordu.

Olan biten şeyler tamamen doğru idi! Cyprien, çok feci bir mahcubiyet pahasına olmak üzere ölümden kurtulmuş bulunuyordu! Maden mühendisi olan kendisi, Politeknik Mektebi talebesi, güzide kimyager, oldukça meşhur jeolog olan kendisi, sefil bir zencinin saçma sapan bir hilesine kurban olmuştu! Ne kadar gülünç bir mevkie düşmüştü!... Bu kötü vaziyetten nasıl kurtulacaktı? Kristalize karbon teşekkülü hakkında bir takım nazariyeleri körü körüne kurmakla ne saçma bir iş yapmıştı?

Cyprien, kendini teselli için çare ararken bir düşünce ile birdenbire donakaldı:

«Akademiye yazdığım rapor!... Allah vere de şu pis herifler raporu ele geçirmiş olmasalar bari!...»

Bir mum yaktı. Tanrı’ya çok şükür ki, raporu orada duruyordu! Onu kimse görmemişti!... Kâğıtları yaktıktan sonra rahat bir nefes alabildi.

Matakit’in kederi o kadar yürekler paralayıcı idi ki, zenciyi teskin etmek lâzım geldi. Bu iş zor olmadı. Küçük babanın iki, üç güzel sözü zavallı adamı tekrar hayata getirdi. Cyprien, Matakit’e karşı bir öfkesi olmadığını ve kendisini affettiğini söyledikten sonra yatağına girip yattı. Faciaya dönme tehlikesini atlatmış olan bu perde de böylece kapanmış oldu!

Fakat, mesele, genç mühendis için kapanmış ise de Matakit için hiç te öyle olmamıştı.

Ertesi gün, Cenup Yıldızı’nın tabiî bir elmas olduğu ve bu elmasın kıymetini gayet mükemmel surette takdir eden genç zenci tarafından bulunduğu haberi ortalığa yayılınca, bütün şüpheler tekrar uyandı. John Watkins, acı acı haykırmağa başladı, Matakit denilen adam, bu paha biçilmez taşın hırsızı idi. Bu hırsızlığı ondan başka kimse yapamazdı. Çünkü, kendi itirafına göre, böyle bir hırsızlığı ilk defa olarak yapan bir adam, elması ziyafetin verildiği salondan da pekâlâ aşırabilirdi.

Cyprien, zencinin masum olduğunu temin ederek itirazda bulundu ise de kendisini dinliyen olmadı. Bütün bu vaziyetler, zencinin kaçmakta ne kadar haklı olduğunu ve Griqualand’a dönmekte de ne kadar haksız olduğunu lüzumundan fazla ispat ediyordu.

Davayı kaybetmek istemiyen genç mühendis, hiç beklenilmiyen ve düşüncesine göre Matakit’i kurtaracak olan mucip bir sebebi ortaya koymak istedi.

John Watkins’e:

— Ben onun masumiyetine inanıyorum, dedi. Suçlu olsa bile, bu iş nihayet beni alâkadar eder!... İster tabiî, isterse sun’î olsun, Mis Alice’e hediye etmeden evvel, elmas bana aitti.

Mister Watkins, garip bir homurdanma ile:

— Size mi aitti? dedi.

— Pek tabiî, benim maden saham dahilinde, hizmetimde bulunan Matakit tarafından bulunmadı mı?

Çiftçi cevap verdi:

— Evet, doğru, Matakit tarafından bulundu, o halde, aramızdaki mukavele şartlarına göre bana ait olması lâzım gelmektedir. Çünkü, kiralamış olduğunuz saha dahilinde bulunacak olan ilk üç elmas bana teslim edilecekti!

Bu söz üzerine şaşkınlaşan Cyprien, cevap veremedi.

Mister Watkins:

— İddiam doğru değil mi? diye sordu.

Cyprien:

— Tamamen! diye cevap verdi.

— O halde, şu çalınmış olan elmasın meydana çıkması halinde, aramızda her hangi bir ihtilâfa meydan kalmaması için, hakkımı yazı ile tanımanızı sizden istemek zorundayım!

Cyprien, bir beyaz kâğıt sahifesi alarak şu satırları yazdı:

«Maden saham dahilinde, hizmetimde çalışan bir zenci tarafından bulunmuş olan elmasın, kira mukavelesi şartları gereğince, Mister John Stapleton Watkins’e ait bulunduğunu beyan eylerim.

«Cyprien Méré»

İşte öyle bir vaziyet hâsıl olmuştu ki, genç mühendisin bütün hülyaları, bütün emelleri boşa gitmişti. Elmas her ne kadar meydana çıkmamış veya çıkmıyacak ise de, bundan sonra, bir hediye olarak değil, doğrudan doğruya John Watkins’in malı olarak kalacaktı. Alice ile Cyprien arasında yeni bir uçurum açılıyordu.

Çiftçinin talebi, iki gencin menfaatlerine zararlı ise de, Matakit için büsbütün zararlı ve hattâ tehlikeli idi! Zenci şimdi John Watkins’e karşı hesap yermek zorunda bulunuyordu... O, John Watkins’in malını çalmıştı!... Ve John Watkins te, hırsızın kim olduğuna inandığı vakit, takibat işini savsaklıyacak bir adam değildi.

İşte bunun içindir ki, zavallı zenci tevkif olunmuş, hapsedilmiş ve Cyprien’in lehte şahadetine rağmen, on iki saatlik bir zaman geçmeden, asılmak suretiyle ölüm cezasına mahkûm olmuştu... Cenup Yıldızı’nı iade etmediği takdirde mutlaka ölecekti.

Halbuki, zencinin elması iade etmesine imkân yoktu; çünkü almamıştı. Cyprien, katiyen suçlu olmadığına ısrarla inandığı zavallı adamı kurtarmak için ne yapacağını artık bilemiyordu.

önceki bölümiçindekilersonraki bölüm