CENUP YILDIZI

Jules Verne




XV


Seferî heyet, bir haftalık yürüyüşten sonra, Griqualand hududundan ayrılalıdanberi geçilmiş olan diğer bütün diyara hiç bir suretle benzemiyen bambaşka bir bölgeye varmış bulunuyordu. Matakit’in muhtemel olarak varmak istediği dağ silsilesiyle karşılaşılıyor; yüksek mevkilere yaklaşıldıkça, Limpopo’ya akan birçok su mecraları, ovanın ormanlarından bambaşka olan bir nebatlar ve hayvanlar âlemi görülüyordu.

Üç seyyahın gözleri karşısına serilen vadilerden bir tanesi, güneşin batmasından az evvel, çok güzel, çok şirin bir manzara arzediyordu.

Her tarafta yatağının dibi görünen gayet berrak bir nehir, zümrüt gibi yeşil iki çayır arasından akıyor; ötede beride, iri baobab ağaçları, kırmızı ceylân, yaban eşeği ve manda sürüleri görülüyordu. Bu hayvanlar, sakin sakin otlarlarken, daha uzakta, ormanın geniş bir meydanından ağır adımlarile geçen beyaz bir gergedan yavaşça su kenarına doğru ilerliyor ve bütün ağaçlar üzerinde muhtelif maymunların hareket halinde oldukları farkolunuyordu.

Cyprien ile iki arkadaşı, kendileri için yepyeni olan bu manzarayı daha iyi seyredebilmek için bir tepe üzerinde durmuşlardı. Onlar, insan ayağı basmamış gibi görünen bâkir mıntakalardan birine gelmiş olduklarını görüyorlardı. Bütün vahşi hayvanlar, insanoğlundan gelebilecek tehlikeden şüphe etmeksizin çok mes’ut ve gayet hür bir halde yaşıyorlardı. İnsanın hayretini mucip olan şey, yalnız bu hayvanların fazlalık ve sükûnetleri değil, bu Afrika bölgesinin arzetmiş olduğu gayet bol hayvan çeşidi idi. Bir ressam, hayvanlar âleminin bütün esas tiplerini dar bir çerçeve içine toplayıp garip bir tabloyu ancak bu suretle vücuda getirebilirdi. Cyprien, yüksek sesle:

— Topluluğun tam olabilmesi için her halde filler de vardır! dedi.

Mühendis bu sözü söylemekle beraber, Li’nin, orman meydanına kolunu uzatarak, iri cisimleri gösterdiğini gördü. Bunlar gerçekten bir fil sürüsü idi.

Gece molasına hazırlık yapıldığı bir sırada, Cyprien, Çinliye:

— Filleri tanır mısın? diye sordu.

Li, çekik gözlerini kırptı.

Biyografisine taallûk eden her şeyde gösterdiği o ihtiyatla cevap verdi:

— Avcı yardımcısı olarak Seylan adasında iki yıl kaldım.

James Hilton:

— Bir, iki tane vurabilsek! dedi. Çok eğlenceli bir av olurdu.

Annibal Pantalacci:

— Evet, diye ilâve etti. Sarfedeceğimiz kurşunlar boşa gitmez. İki fil dişi elde etmemiz gayet iyi olur; vagonun arka tarafına üç, dört düzineyi de rahat rahat yerleştirebiliriz!... Biliyorsunuz ki, arkadaşlar, seyahat masraflarımızı çıkarmak lâzım!

James Hilton:

— Fikir çok güzel! diye bağırdı. Meselâ, yarın sabah, yola çıkmadan önce, bu işi deneyemez miyiz?

Mesele münakaşa edildi. Nihayet, sözün kısası, gün ağarırken, kalkılmağa ve fillerin bulunduğu vadi tarafına gidilmeğe karar verildi.

Akşam yemeği süratle hazırlandı. O akşam için ateş yanında nöbet beklemek mecburiyetinde olan James Hilton müstesna olmak üzere, herkes vagonun tentesi altına çekildi.

Takriben iki saat kadar yalnız başına kalmış olan James Hilton, uyuklamağa başlarken, dirseğinin hafifçe itildiğini duyar gibi oldu. Gözlerini açtı ve Annibal Pantalacci’yi yanı başına oturmuş bir halde gördü.

Napolili:

— Uyuyamadım, dedi. Size arkadaşlık etmeği düşündüm.

James Hilton, gerinerek cevap verdi:

— Çok iyi ettiniz, ben de hiç olmazsa, birkaç saat kadar uyurum. Eğer arzu ederseniz, ben sizin yerinize gideyim, siz de burada benim yerimde kalınız!

Annibal Pantalacci, kısık bir sesle:

— Hayır, durunuz... Size söyliyeceklerim var! dedi.

Napolili, yalnız olduklarından emin bulunmak için etrafına bir nazar attı ve sonra:

— Siz fil avladınız mı? diye sordu.

James Hilton cevap verdi:

— Evet, iki defa.

— O halde, bu avın ne kadar tehlikeli olduğunu bilirsiniz! Fil, çok zeki, çok haşin, çok ta iyi silâhlı bir hayvandır! İnsanın böyle bir hayvanla mücadele ederken galip çıkması pek nadir bir iştir!

— İyi amma, siz beceriksizlerden, tedbirsizlerden bahsediyorsunuz! Patlayıcı mermilerle iyice doldurulmuş olan bir karabina olduktan sonra mesele kalmaz ve korkulacak bir şey de olmaz!

— Ben de böyle düşünüyorum; bununla beraber, akla gelmedik kazalar olabilir!... Meselâ, tasavvur ediniz ki, yarın Fransızın başına böyle bir kaza gelebilir ve bu da ilim için büyük bir felâket olur!

James Hilton:

— Büyük bir felâket! diye tekrarladı. Ve hain bir tavırla gülmeğe başladı.

Arkadaşının gülüşünden cesaret alan Annibal Pantalacci:

— Bu felâket bizim için o kadar büyük olmaz! diye devam etti. Artık ondan sonra Matakit’i ikimiz takip ederiz ve elması ele geçiririz!... İkimiz bir olunca da, her şey dostça halledilir...

İki adam bir müddet sessiz kaldılar; gözlerini ateşe diktiler ve caniyane düşünceleri içine daldılar.

Napolili tekrar etti:

— Evet... İkimiz bir olunca, her şey dostça halledilir. Üç kişi olursak, daha güçtür!

Yine bir sükût devresi geçti.

Annibal Pantalacci, birdenbire başını kaldırdı ve gözüyle etraflarını çeviren karanlıkların içini araştırdı.

Kısık bir sesle sordu:

— Hiç bir şey görmediniz mi? Ben, şu baobabın arkasında bir hayalet görür gibi oldum.

James Hilton da baktı; fakat, gözleri çok kuvvetli olduğu halde, kamp civarında şüpheli hiç bir şey görmedi.

— Bir şey değil! dedi. Çinlinin astığı çamaşırlar olacak!

İki suç ortağı arasındaki muhavereye tekrar başlandı; fakat bu defa daha kısık bir sesle konuşuldu.

Annibal Pantalacci:

— Haberi olmadan, tüfeğinin kurşunlarını çıkarabilirim, dedi. Fillerden birine taarruz edeceğimiz sırada, hayvanın onu görmesi için geri taraftan ateş ederim ve bu iş te o kadar uzun sürmez!

James Hilton:

— Teklifiniz, pek nazik bir iş! diye mütalâa yürüttü.

— Siz işi bana bırakın... Nasıl olacağını görürsünüz.

Annibal Pantalacci, bir saat sonra, araba içindeki yerine gelip yatmadan evvel, her hangi bir kimsenin yerinden kıpırdayıp kıpırdamadığından emin olmak maksadiyle bir kibrit çaktı. Cyprien’in, Bardik’in ve Çinlinin derin bir uykuda olduklarını gördü.

Fakat Napolili, uyuyanlara üstün körü bakmıştı; çünkü dikkatle bakmış olsaydı, Li’nin horultusunda bir yapmacık ve kurnazlık olduğunu belki görebilirdi.

Gün doğarken, herkes ayakta bulunuyordu. Annibal Pantalacci, Cyprien’in yıkanmak ve saç tuvaleti yapmak üzere civardaki dereye doğru gittiği bir sırada, mühendisin tüfeğindeki kurşunları çıkardı. Bu iş nihayet yirmi saniye sürdü. Yalnız başına idi. Bu esnada, Bardik kahve pişiriyor; Çinli ise, iki baobab arasına germiş olduğu meşhur ipine gecenin kırağısını yemek üzere sermiş olduğu çamaşırları toplamakla meşgul bulunuyordu. Bu itibarla, Napolilinin yapmış olduğa işi hiç kimsenin görmesine imkân yoktu.

Li, süvarileri yaya olarak takip etmek istemişti. Çinli, yanında silâh olarak, yalnız, efendisinin avcı bıçağını taşıyordu.

Avcılar, yarım saatten az bir zaman zarfında, geçen günün akşam üzeri fillerin göründüğü yere gelmişlerdi. Fakat, o gün, hayvanları bulmak ve nehrin sağ kıyısı ile dağın eteği arasında açılmış olan geniş bir orman açıklığına varmak için biraz daha uzağa gitmek lâzım geldi.

Yemyeşil ve üzerinde henüz kırağı bulunan geniş bir çayırda, en aşağı iki yüz olmak üzere bütün bir fil sürüsü, sabah kahvaltısı yapmakla meşguldü. Fil yavruları ya analarının etrafında dolaşıyorlar veyahut ta sessiz, sadasız meme emiyorlardı. Büyükler ise, başları yerde olmak ve hortumlarını sağa, sola oynatmak suretiyle, çayırın sık ve taze otlarını kopararak yiyorlardı. Hepsi de geniş kulaklarını, tıpkı meşinden mantolar gibi açıyorlar, yerli punkas’ları gibi hareket ettiriyorlardı.

Bir aile hayatını andıran bu topluluktaki saadetin sükûnunda öyle bir mukaddes vaziyet vardı ki, bu manzaradan son derecede müteessir olmuş bulunan Cyprien, akıllarına koymuş oldukları bu öldürme işinden vaz geçmeği arkadaşlarından istedi.

— Kimseye zararı dokunmıyan bu mahlûkları öldürmekten ne çıkar? dedi. Onları kendi sessiz âlemleri içinde sükûn ve huzur halinde bırakmak daha iyi olmaz mı?

Teklif, Annibal Pantalacci’nin hiç te hoşuna gitmedi. Bıyık altından gülerek:

— Ne mi çıkar? dedi. Birkaç kental fil dişi temin etmek fena mı olur? Yoksa siz, bu iri hayvanlardan korkuyor musunuz Mösyö Méré?

Cyprien, bu münasebetsiz söze ehemmiyet vermiyerek omuz silkti. Bununla beraber Napolili ile arkadaşının orman meydanlığına doğru ilerlemekte devam ettiklerini görünce, o da onlar gibi yaptı.

Her üçü de, şimdi, fillere iki yüz metrelik mesafeye gelmişlerdi. Bu zeki hayvanlar, o kadar kuvvetli işitme hassasına ve daima uyanık bulunma melekelerine rağmen, avcıların yakınlaştıklarını henüz görmemişlerdi.

Baobab ağaçlarının gerisinde bulundukları için bir şey göremiyorlardı.

Bu sırada, fillerden biri, endişe işaretleri vermeğe başladı ve bir sorgu işareti olmak üzere hortumunu kaldırdı.

Annibal Pantalacci, kısık bir sesle:

— Tam zamanı, dedi. Eğer ciddî bir netice almak istiyorsak, biribirimizden açılmamız ve ayrı ayrı mevzi almamız lâzım... Kararlaştıracağımız bir işaret üzerine hep birden ateş ederiz ve ilk ateşte bütün fil sürüsü kaçar.

Bu fikri kabul eden James Hilton, hemen sağ tarafa doğru açıldı. Aynı zamanda, Annibal Pantalacci de sol tarafa yollandı. Cyprien ortada kalmıştı. Her üç adam da, orman meydanlığına doğru sessiz, sadasız ilerlemeğe başladılar.

Bu esnada, Cyprien, atın arkasından doğru iki kolun bir mengene gibi kendisini sardığını hissederek şaşkın bir hal alırken, kulağına Li’nin mırıltı halindeki sesi geldi:

— Benim!... Arkanızdan geldim!... Bir şey söylemeyiniz!... Biraz sonra, ne olacağını görürsünüz!

Cyprien, meydanlığın kenarına geliyor ve fillerden otuz metre kadar bir mesafede bulunuyordu. Her an hazırlıklı bulunmak için tüfeğini eline aldı. Bu sırada, Çinli:

— Tüfeğiniz boştur!... dedi. Endişe etmeyiniz!... Her şey yolunda gidiyor!... Merak etmeyiniz!...

O anda, umumî taarruza işaret olmak üzere bir ıslık sesi duyuldu ve hemen arkasından, Cyprien’in geri tarafından olmak üzere, yalnız bir tüfek patladı.

Cyprien, geri dönünce, Annibal Pantalacci’nin bir ağaç gövdesi arkasına saklanmak üzere gözden kaybolmağa çalıştığını gördü. Fakat mühim bir hâdise onu derhal dikkate davet etti.

Hiç şüphesiz yaralı ve yarasından dolayı da gazaba gelmiş olan bir fil, mühendisin üzerine doğru koşuyordu. Diğerleri, Napolilinin tahmin ettiği gibi, iki bin metrelik bir saha dahilindeki toprağı sarsmak suretiyle kaçmağa başlamışlardı.

Daima Cyprien’e tutunan Li:

— Hayvan üzerinize doğru saldırırken, Templar’ı yana saptırınız!... Sonra şu ormanın etrafında dönünüz ve fili, sizi takip etmesine bırakınız!... Üst tarafı bana ait!

Cyprien, bu talimatı yerine getirmek için ancak vakit bulabildi. Havaya kalkmış olan hortum, kanlı gözler, açık ağız, uzamış dişler, aklın kabul edemiyeceği bir sür’atle genç adamın üzerine doğru geliyordu.

Templar, süvarisinin bir diz hareketine şayanı dikkat bir itaatle sağa doğru anî bir dönüş yaptı. Fil, bütün sür’atiyle gelirken, hedefine dokunamaksızın bir hayli ileri gitti.

Bu esnada Çinli, tek kelime söylemeden yere atladı ve sür’atli bir hareketle, efendisine göstermiş olduğu ormanın geri kısmına daldı.

— Buradan!... Buradan!... Şu küçük ormanın etrafını dönünüz!... Bırakınız, fil peşiniz sıra gelsin!...

İlk hücumunda muvaffak olamıyan fil, daha gazaplı olarak, iki adam üzerine tekrar saldırdı. Cyprien, Li tarafından gösterilen bu manevranın maksadını iyice bilmediği halde, talimatı yerine getirmeğe başlamıştı. Ormanın etrafında dönüyor; fil, soluk soluğa olmak üzere peşinden geliyor ve genç adam, atına anî bir dönüş yaptırıyor ve bu suretle filin taarruzu iki defa daha boşa gidiyordu. Fakat bu taktik daha ne kadar sürebilirdi? Yoksa Li, hayvanı yormağı mı ümit ediyordu? Cyprien, bu vaziyete ne mâna vereceğini kendi kendine sorarken, filin birdenbire diz üstü çöktüğünü hayretle gördü.
büyük boyut için tıklayın

Li, böyle bir anda misli görülmemiş bir çeviklikle, otlar arasından kayarak hayvanın ayakları altına kadar geldi ve avcı bıçağını hayvanın tabanına bir hamlede sapladı.

Hintliler, fil avında bu usulü daima kullanırlardı; Çinli de her halde bu usulü Seylan’da sık sık yapmış olacaktı ki, işini tam bir isabetle görmüş ve son derecede mükemmel bir soğukkanlılık göstermişti.

Bitkin bir halde hareketsiz duran fil, başını otlar üzerine yatırmıştı. Yarasından dere gibi kan akıyordu.

Anibal Pantalacci ile James Hilton, boğuşma sahnesi üzerinde derhal meydana çıkarak:

— Hurra!... Bravo!... diye haykırdılar.

Harekete geçmek ihtiyaciyle kıvranan ve bu dramda faal bir rol almak ister gibi görünen James Hilton:

— Gözüne bir kurşun sıkıp işini bitirmek lâzım! dedi.

Bu sözü söylemekle beraber tüfeğini kavradı ve ateş etti.

O esnada, muazzam hayvanın iri gövdesi içinde bir kurşunun patlayışı duyuldu. Fil fena halde sarsıldı ve toprak üzerine yatmış gri renkteki bir kayayı andırır şekilde hareketsiz kaldı.

James Hilton, vaziyeti daha iyi görmek için atını filin çok yakınına doğru sürerek:

— Tamam! diye bağırdı.

Çinli efendisine sokularak, bakışlariyle:

— Siz durunuz!... Bekleyiniz! der gibi bir hal aldı.

James Hilton, filin yakınına henüz gelmişti ki, üzengisi üzerinde eğildi; hayvanın iri kulaklarından birini kaldırmak istedi. Fakat fil, anî bir hareketle hortumunu kaldırdı, ihtiyatsız avcıyı kavradı, müthiş bir tazyikle adamın kemiklerini kırdı ve bu müthiş sahnenin karşısında şaşkına dönmüş olan seyircilerin harekete geçmesine vakit kalmadan onun kafasını ezdi.

James Hilton, ancak son bir haykırış sadası çıkarabilmişti. Üç saniye içinde, kanlı bir et yığını haline gelmiş ve filin altına düşmüştü.

Çinli, başını kaşıyarak mânidar bir tarzda:

— Öleceğinden emindim! dedi, filler, fırsat çıkınca, bu fırsatı hiç kaçırmazlar!

James Hilton’un cenaze duası bu sözden ibaret kalmıştı. Kurbanı olmak tehlikesini atlattığı bir ihanetin hâlâ tesiri altında olan genç mühendis, kendisini bu kadar müthiş bir hayvanın gazabına müdafaasız olarak teslim etmek istiyen sefillerden birinin bu suretle can vermesini adaletin tecellisi gibi telâkki ediyordu.

Napoliliye gelince, düşünceleri ne olursa olsun, bu düşüncelerini her halde kendisinden saklaması münasip düşerdi.

Bu esnada Çinli, avcı bıçağı ile çayırın çimenleri altında bir çukur kazdı ve Cyprien’in yardımı ile düşmanının şekli bambaşka olmuş cesedini bu çukura yerleştirdi.

Bu iş bir müddet sürdü; güneş ufukta bir hayli yükseldikten sonra, üç avcı kamp yolunu tuttular. Kampa vardıkları vakit endişe içinde şaşırıp kaldılar; çünkü Bardik ortada yoktu.

önceki bölümiçindekilersonraki bölüm